TÜRKİYE ÇEVRE HAREKETİNDEKİ GERİCİ SAPMA
Bununla birlikte, henüz hareketin geneline ve ideolojik söylemine tam olarak sirayet etmese de, “İklim Yasası”na yönelik eleştiriler kapsamında açığa çıkmaya başlayan yeni bir tür “gerici sapma” dikkat çekmeye başladı.
Gerek sağcı-gericilerin gerekse de bazı ulusalcı-çevrecilerin üzerinde uzlaştıkları bir söylem var: “Batılı ülkeler/devletler ve şirketler bizi sömürüyorlar ve iklim değişikliği mevzusunu da kılıf olarak kullanıyorlar.” Bu söylem veya iddia, özünde doğru bile olsa karşı-argüman olarak şunu söylemek gerekmez mi? İyi de madem öyle neden iklim değişikliği konusunda kapitalistler bu kadar hassaslar?
Çünkü, insan faaliyetleri sonucunda, dünyanın dengesinin -insanın alışılagelmiş şekilde varlığını koruyabilmesi bağlamında- “sürdürülebilir” olmaktan hızla uzaklaştığının farkına vardılar; bu yüzden, ozon tabakasını eriterek küresel ısınmaya neden olan kloroflorokarbon gaz salınımını azaltmaya karar verdiler. Bu amaçla 2015 yılında Paris Anlaşması imzalandı ve birkaç ülke dışında dünya genelindeki hemen hemen tüm ülkeler bu anlaşmaya uymayı vadettiler. Burada “sürdürebilirlik” kilit bir kavram ve esasen dünyanın-doğanın sürdürülebilirliğinin insan türünün sürdürülebilirliği ile bağlantısı üzerinden ele alınması gerekiyor. Özünde insan türü merkezli “çıkarcı” ve hatta kapitalist bir yaklaşımın ürünü olsa da, sonuçta dünyanın/doğanın “denge”sinin insan eliyle yapılan müdahalelerin “azaltılarak” korunması üzerinden ekolojist/çevreci değerlerle de bir yere kadar örtüşüyor. Trump gelince, ABD anlaşmadan çekildiğini açıklasa da, bugün -güvenilirlikleri tartışmalı da olsa- pek çok ülke yükümlülüklerini yerine getirme çabasında gibi görünüyor.
Burada sağcı-gerici olarak atfettiğim ve kısmen ulusalcı argümanların da “sahip çıktığı” yaklaşım ise, yukarıdaki açıklamaları önemsemiyor veya ikincil bir yerde konumlandırıyor. Onlara göre, işi biraz abartacak olursak, “küresel ısınma” ve/veya “iklim değişikliği” diye bir şey yok veya varsa da çok da önemli değil. Hatta daha da ileri gidilerek bunun “küreselciler”in uydurduğu bir şey olduğunu savunanlar da var. İslam-merkezli argümanlarla “Allah’ın işine karışılmaz, dünyanın eksenini birkaç derece çevirir, güneş ışınları daha az gelir kutuplarda buzullar yeniden oluştur, küresel ısınma tersine döner!” diyenine bile rastlayabilirsiniz (evet, kulaklarım aynen bunları da duydu!) Pandemi sonrası aşı-karşıtlığından da feyz alan bu söylemler, sağcı-gerici çevrelerden sızarak ulusalcı kimi çevrelere de sirayet etme eğiliminde.
Buradan hareketle ne diyorlar, ne öneriyorlar? “Yahu boşverin siz bu söylemi, Batılı/emperyalist ülkeler zengin oldular, doğayı sömürdüler, bu yolla zengin oldular. Şimdi “bizim” zengin olmamızı engellemek için bunu “bahane” olarak karşımıza çıkarıyorlar, doğayı sömürmemize engel oluyorlar.” Bu düşüncede ekolojist-çevreci bir perspektif var mı? Yok! Tamam bilime şüpheyle yaklaşalım, hadi “küresel ısınma”nın uydurma olduğunu bile kabul edelim, bu durumda doğanın sömürüsüne tamam demenin neresi çevreci, neresi ekolojist?
Yukarıda bahsettiğim Paris Anlaşması’nın temeli, küresel ısınmaya neden olan karbon salınımının azaltılmasına dayanıyor. Bu çerçevede, “dünya dengesi”nin sürdürülebilirliği için karbon salınımını belirli sınırlar içerisinde tutulması hedefleniyor; öte yandan mevcut ekonomik düzenin doğrudan kapitalizme dayalı olması nedeniyle bu salınımın ülkeler bazında “karbon kotası”na tabi olması öngörülüyor. En çok (haklı) eleştiriye tabi olan noktası ise, bu kotaların alınıp-satılabilmesi, yani karbon piyasası meselesi. Üretim yapamayanların “karbon kotası”nı parası olan (elbette genelde Batılı) şirketler satın alabiliyor, dolayısıyla “toplam karbon salınımı” aynı kalarak üretime devam ediliyor. Yeşil-kapitalizmin “sürdürülebilirliği” çevre-doğa-dünya merkezliliğe değil, dünyanın “kârlılığa engel olmayan” bir sömürü alanı olarak varlığını “sürdürmesi”ne dayanıyor.
Tersinden düşünelim; emperyalist-kapitalistler dünyadaki egemenliklerini sürdürmeleri için neden böyle bir kılıfa ihtiyaç duysunlar, eğer küresel ısınma ve/veya iklim değişikliği “gerçek” değilse, neden bu kadar zahmete girip üretimlerini azaltıp, üstüne bir de karbon kotası satın almak için para döksünler? Aklınıza yatıyor mu? Kimse aptal değil, yeryüzünü sömüren kapitalistler hiç değil; dolayısıyla doğa sömürüsünü “sınırda tutarak” sistemi sürdürme niyetindeler. Bunun karşısına, “yahu boş-verin, biz üçüncü dünya olarak, gelişmemiş ülkeler olarak kafamıza göre üretime devam edelim” vs. vs. argümanıyla çıkmak ise, kimse alınmasın ama gerçek bir aptallık, çünkü ne “ülke içinde” kapitalizme bir alternatif oluşturuyor ne doğayı/çevreyi/dünyayı koruma perspektifine dayanıyor, hatta yeşil-kapitalizmin sunduğu sürdürülebilirlik perspektifinin bile gerisinde kalıyor. Üstelik diğer (kapitalist) ülkelerle tür “yarış”a girişerek onların yerini almayı hedefleyen yeni bir tür ulusalcı-kapitalizmden öte de bir şey sunmuyor; ne çevreci ne de eşitlikçi bir yaklaşım içeriyor.
“Plandemi” sloganıyla, pandeminin “küresel plan”ın bir parçası olduğu, aşının buna yönelik üretildiği, salgınının abartıldığı vb. söylemlere dayanan ve ABD aşırı sağı kaynaklı bu bakış açısı, Türkiye’de, A. Dilipak’ın ve Yeniden Refah Partisi’nin başını çektiği bir güruh tarafından savunuluyor. Onlara göre “küresel kapitalistler” küresel ısınma diye bir şey “uydurdular” ve insanın doğayı istediği gibi “kullanmasının” (“sömürmesinin”) dolayısıyla da insan (sözüm-ona) “özgürlüğünün” karşısında duruyorlar. Bu yüzden hayvancılığı engelliyorlar, uçak seyahatlerini, otomobil kullanımını, (tırnak içinde!) “özgürlükleri” engelliyorlar! İşin özeti, bu sahte anti-emperyalizm, doğanın daha çok sömürülmesini ısrarla savunuyor, çünkü doğanın/dünyanın insana “bahşedilmiş” bir alan olduğu düşüncesine (dinsel temele) dayanıyor.
Oysa burada bahsedilen otomobil kullanımının, uçak seyahatlerinin ve hatta (bazılarınız şaşırsa da) kitlesel büyükbaş hayvancılığın küresel ısınmada devasa (olumsuz yönde) katkıları var (burada detaylara boğmayacağım isteyenler basit internet aramalarıyla detaylı bilgilere ulaşabilir). Bu tartışmaları yeşil/ekolojik hareket ta 1970li yıllardan itibaren yaptı ve ideolojik düzlemde de yerli yerine oturtmuştu. “Bilimsel” veriler de (yeşil/ekolojist hareketin savunageldiği şekilde) dünyanın/doğanın gidişatının pek de iç-açıcı olmadığı gerçeğini gün yüzüne çıkartınca, devletlerle kapitalistler konunun ciddiyetine vakıf oldular; bu amaçla istemeye istemeye de olsa, küresel ısınmaya neden olan karbon salınımını azaltmaya yönelik tedbirler aldılar, almak zorunda kaldılar. Bu gerçekler apaçık karşımızda dururken, “İklim Yasası”nı yeşil-kapitalizm bağlamından değil bu gerici-ulusalcı çizgiden “eleştirmek” doğa-karşıtlarının ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey değil.
Son söz; mevcut doğa sömürüsünün “sınırda” tutulmasını öngören “sürdürülebilir” yeşil-kapitalizm elbette çözüm değil, ama doğa sömürüsünü önemsemeden doğaya yönelik insan müdahalesini kısıtlayan önlemleri “insan özgürlüğü”ne bir tehdit gibi sunmaya çalışan sahte anti-emperyalist sağcı-gericilik de hiçbir şekilde çözüm değil. Çözüm, ekololist/yeşil hareketin en az 50 yıldır dile getirdiği şey: öncelikle üretimin azaltılması!
Batur Özdinç
[Bu makale, yazarının kişisel görüşlerini içermektedir.]
Yorumlar