Neden Ukrayna’yı desteklemeliyiz?
[Genel olarak bizim fikirlerimizi yansıtmayan bu makale, uzun yıllar Rusya'da yaşayan Finlandiyalı anarşist Antti Rautiainen tarafından -Ukrayna işgali öncesinde- 20 Şubat 2022 tarihinde yazılmış ve devrimci anarşist örgüt Otonom Eylem'in websitesinde yayınlanmış olup, Ukrayna işgali konusunda anarşistler arası tartışmalar bağlamında Türkçe'ye çevrilmiştir.]
Ukrayna’daki “demokrasi”nin ilk 30 yılının sonuçları, en basit tabirle, inandırıcılıktan uzak. Ekonomi ve medya, rakip oligarkların elinde, yolsuzluk sarsıcı seviyelerde, ekonomik gelişme çoğu Afrika ülkesinin gerisinde kalıyor ve ilaveten ülke, dünya genelindeki neo-Nazi hareketinin merkezi oldu. Ve tüm bu sorunlar, esasen ülkenin kendisinden kaynaklanıyor; Kremlin’in entrikalarının sonucu değil.
Ancak, bunun alternatifi daha da kötü. Putin yalnızca Avrupa’nın değil tüm dünyanın jandarması; Suriye’den Myanmar’a, nerede bir diktatör kendi halkından binlercesine işkence edip öldürüyorsa, Putin, desteklemek için onun yanında yer alıyor. Rusya’da artık seçim falan yok. Bir şeyleri değiştirmeye yönelik en ılımlı girişimler bile, ceza davalarına ve baskılara konu oluyor.
Yine de, tehdit içeren
açıklamalar ve artan baskıların sonucunun kapsamlı bir savaş olduğuna
inanmıyorum. Ancak ihtilaf ortadan kaybolmuyor ve hiç kimse gerçekten istemese
de, gerilimin tırmanmasının sonucu olarak 5-10 yıl içerisinde kapsamlı bir
savaş başlayabilir. Ve kapsamlı bir savaş durumunda Ukrayna’nın tarafında
olmalıyız. Malatesta’nın dediği gibi, “Bana
göre, en kötü demokrasinin, akademik açıdan bakıldığında da, her zaman en iyi
diktatörlükten daha iyi olduğuna şüphe yok.”*. Ukrayna ve Rusya arasındaki
savaşta tarafsızlık, bir demokrasinin, bir diktatörlük tarafından işgali
anlamına gelebilir.
“Amerikan veya Rus, Ukrayna’da
her türden emperyalizme karşı” olduğunu açıklayan solcuları ciddiye
almıyorum. Örneğin, Irak ve Orta Amerika’da Amerikan emperyalizminin var olduğu
aşikârdır, ancak Ukrayna’da değil. NATO ve ABD, de-facto (fiilen) Ukrayna’yı
Rus etki alanına bırakma konusunda anlaşmışlardır. Ukrayna, askeri veya diğer
türden hangi yardımı alırsa alsın, teorik anlamda bir işgali durdurmaya
yetmeyecektir. Bir işgal durumunda kimse Ukrayna’yı desteklemek için askeri
birlik göndermeyecektir.
Peki, “savaş değil sınıf savaşı”
ne anlama geliyor?
Varşova gettosundaki ayaklanmaya
katılanların çoğunluğu Siyonistti. Ancak, Bund örgütünün enternasyonalist
savaşçıları olan, o dönemin anarşistleri de, “hem
Alman milliyetçiliği ile Nazi emperyalizmine, hem de getto ayaklanmasının
Yahudi milliyetçiliği ile emperyalizmine karşı” olduğunu duyurmadan ayaklanmaya
katılmışlardı. Fransız ordusu Cezayir’de on binlerce kişiyi katlederken,
Fransız anarko-komünistleri “Fransız ve
Cezayir milliyetçiliği”ne karşı olduklarını açıklamamışlardı. Bunun yerine,
Cezayir isyancılarına somut destek sağladılar. Sonuç olarak bu destek, baskı ve
hapis cezalarıyla sonuçlanırken, Fransız anarko-komünizmini de tamamen ezildi.
İsrail, Filistin topraklarını gasp edip evleri tahrip ederken, anarşistler “hem İsrail hem de Filistin milliyetçiliğine
karşıyız” demediler, tahliyelere karşı Filistinlilerle birlikte yürüdüler.
Ukrayna’nın, beklenmeyen, ancak
olası şekilde Rus işgaline uğraması, işbirlikçi bir rejim, (tüm anarşist
hareketin yok edilmesini de içeren) kitlesel baskı ve tüm sivil özgürlüklerin
ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanacaktır. “Savaş
değil sınıf savaşı”, anarşistlerin bir işgal durumunda tarafsız kalmaları
anlamına gelmez. Anarşistlerin saldırgan savaşlara karşı oldukları anlamına
gelir.
Rus saldırganlığına karşı direniş
yalnızca Ukrayna işçi sınıfının çıkarına değil, aynı zamanda Rusya’daki işçi
sınıfının da çıkarınadır. Nazilere gelince, onların temel görüşü sadece yalakalıktır
ve işgal durumunda, bazıları Quisling rolünü üstleneceklerdir.** Anarşistlere
gelince, kapsamlı bir işgal durumunda, havai-fişekli ve sapanlı 50 kişiden
oluşan anarşist bir birlik gülünç gelebilir. Düzenli Ukrayna ordusu Rusya’yı
yenemeyebilir, ancak binlerce ve hatta yüzbinlerce kişilik kayba neden olabilir.
Bu nedenle, olası bir işgalin ilk evresinde, düzenli ordu desteklenmelidir.
Bunu söylerken, anarşistlerin hükümetin veya ordu karargâhının kararlarını
eleştirme haklarının olmadığını ya da olabildiği azami ölçüde özerk kalma
haklarından vazgeçmelerini kastetmiyorum.
Olası bir işgalin ilk aşamasından
sonra, birkaç senaryo karşımıza çıkabilir. Grev vb. sivil direnişler olabilir,
ancak Rus işgali durumunda (Donbass “halk cumhuriyeti”nde olduğu gibi) bunlar acımasızca
bastırılabilir, geriye yalnızca silahlı mücadele olasılığı kalır. Fakat eğer bütünleşik
bir direniş örgütü bulunmuyorsa, anarşistler özerk hareket edebilirler. Ancak
İkinci Dünya Savaşı’ndaki Polonya Vatan Ordusu örneğindeki gibi güçlü bir
direniş örgütü varsa, anarşistler bununla işbirliği yapabilirler. Bu, Varşova
ayaklanmasına katılan Polonyalı sendikacıların örgütü ZSP’nin de tercih ettiği
şeydi.
İkinci Dünya Savaşı sırasında,
Nazi işgalindeki her Avrupa ülkesinde anarşistler, fiilen, her ne kadar
stalinistler veya burjuva milliyetçiler tarafından kontrol edilse de “anaakım”
direniş hareketiyle işbirliği yapmışlardı. Fransa’da İspanyol CNT’sinden
anarşist mülteciler, General de Gaulle’ün liderliğindeki Özgür Fransa ordusuna
katıldılar ve nihayetinde Paris kurtarıldı; ancak müttefik liderliği öylesine
faşistti ki, Paris’e öncelikle Özgür Fransa güçlerinin çoğunluğunu oluşturan
Fransız Afrikası kolonilerinden gelen siyah askerlerin değil, beyaz askerlerin
girmesini istemişti.
Rusya’da anarşistler “Zafer
Günü”ne ilişkin mitleri eleştirmekte zorlandılar. Açıkçası, Çeçenya gibi bazı
bölgelerde Stalin, Hitler’den pek de aşağı kalmıyordu. Ancak Naziler tarafından
işgal edilen ülkelerin neredeyse tamamında anarşistler ve antiotoriterler
Müttefiklerle işbirliği yaptılar. Bildiğim tek istisna, Troçkizm’den konseyci
komünizme doğru evrilen Hollanda Marx-Lenin-Luxemburg Cephesi’ydi. Onlarca veya
yüzlerce sayıda üyesi olan küçük bir yeraltı örgütüydü ve “anaakım” direnişle
işbirliğini reddetmişlerdi. MLL Cephesi, hem Büyük Britanya’ya hem de Nazilere
eşit uzaklıktaydı, aynı zamanda Nazi işgaline karşı “Sovyetler Birliği”nin
savunulmaması çağrıları yaptı. 1942’de Naziler, örgüt liderliğinin tamamını yakalayıp
kurşuna dizdiler. Çok ilkeli duruşları pek bir işe yaramadı. Daha az ilkeli
anti-otoriterlerin işi biraz daha yaver gitti. Örneğin, İtalyan anarşist
partizanlar, sonradan anarşist hareketin güçlü bir merkezi olan Carrara şehrini
özgürleştirmişlerdi. Anarşist hareketin deneyimli kişileri, başka hiçbir yerde
(anarşist) hareketi Dünya Savaşı öncesindeki düzeyine çıkarmayı başaramadılar,
ancak bu durumun “burjuva” müttefiklerle “ilkesiz” işbirliği meselesiyle ilgisi
yoktu.
Ahlak, genellikle yalnızca
bireysel bir bakış açısı üzerinden tartışılır, öte yandan, dolaysız bir bakış
açısından, hem MLL Cephesi’nin hem de 50lerin Fransız anarko-komünistlerinin
eylemleri başarısız olmuştu. Kantçı kategorik bir imperatif (kesin buyrum) üzerinden
bir sonuca varmak da fazlasıyla zordur; bunlar evrensel ahlaki bir kural
oluşturulamayan özel durumlardır. Ancak, devrimci ahlak yalnızca bireysel bakış
açısına değil, aynı zamanda işçi sınıfının ve devrimci örgütlenmenin bakış
açılarına da dayanır. Devrimci tercihler ani yenilgilerle sonuçlanabilir, ancak
bu durum, devrimciler tarihin doğru tarafında değillerse bir trajediden öte bir
şey değildir. Fransız anarko-komünistleri kolonyalizmin yıkımına katkıda
bulunduklarından tarihin doğru tarafındalardı. Ancak, MLL Cephesi, anti-faşist
mücadeleyi reddettiği için (doğru tarafta) değildi. Yine de, onları savunmak
adına, muhtemelen Nazi rejiminin dehşetine ilişkin olarak resmin tamamını
görememiş oldukları söylenebilir.
Aynı şey, onların düşüncelerini
paylaşan modern zamanın aşırı-solcuları ve neo-konseyci komünistleri için
söylenemez. Konseyci komünist teori 1930larda oluşturulmuştu ve Yahudi
soykırımı deneyimi, ikinci dünya savaşı veya reddettikleri anti-faşist direniş
sonrasında da güncellenmedi. Aşırı-solcu teori devrimci örgütlenme bakış
açısını reddetme konusunda tutarlıdır: aşırı-sol için devrimci örgütlenme diye
bir şey yoktur, zamanı geldiğinde kendisini örgütleyen işçi sınıfı vardır.
Devrimci örgütlenmeye gereksinim yoksa devrimci örgütlenmeyi olanaklı kılan
sivil haklara veya hatta insan haklarına da ihtiyaç yoktur. Aşırı solcular
için, komünizmden ayrı insan hakları yoktur. Komünizm, Ukrayna için Doğu
Ukrayna’daki ayrılıkçı bölgeler kadar uzaktır, bu nedenle işgal, burjuva
parlamenter sistem kadar iyi veya kötü olabilir. Bu yüzden, aşırı-solcular bir
işgal durumunda Ukrayna askerlerine kaçma çağrısı yapabilirler. Bir aşırı
solcu, anarşistlerin veya diğer aktivistlerin işgalcilerin bodrumlarında
işkenceye uğramalarını ve kaybedilmelerini umursamaz, çünkü aktivistler artık
bir işe yaramazlar. Bu aşırı-solcu düşünceler, günümüzde, yalnızca kendisini
aşırı-solcu olarak tanımlayan az sayıda kişi arasında değil, aynı zamanda -en
azından 2008’deki Yunan ayaklanmasından bu yana- anarşist hareketin anaakımını
oluşturan örgütlenme-karşıtı tüm anarşistler arasında da yaygındır.
Örgütlenme-karşıtı anarşist düşünceler, Sitüasyonist Enternasyonel’in mirası
aracılığıyla büyük ölçüde 1930ların konseyci komünizminden yararlanıyor
olduğundan, konseyci komünizmden ve aşırı-soldan çoğunlukla ayrıştırılamaz.
Aşırı-solcular ve örgütlenme-karşıtı
anarşistlerin aksine, anarşist faaliyet ve örgütlenme yanlıları, Rus işgalinin
sonucunda gerçekleşebilecek olan, kendi hareketlerinin tamamen ortadan kalkması
ihtimaline hiçbir zaman kayıtsız kalamazlar. Açıktır ki, eylemci anarşistler Rus
işgaline karşı kazanılacak bir zaferin sonuçları konusunda da yanılsamaya
kapılmamalıdırlar. İşgalin direniş tarafından yenilgiye uğratılması durumunda,
zafer toplumsal bir devrimle sonuçlanmaz; ancak Ukrayna’daki 2014 yılındaki
duruma veya belki de Rusya’da 1991’deki duruma dönülmüş olur. Yani,
örgütlenmenin tamamen bastırılmasından ziyade, devrimci örgütlenmenin olanaklı
olduğu bir duruma.
Ancak bütün bunlar tarihsel meseleler.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali şu an için pek de olası görünmüyor ve gelecekteki
olası tüm senaryolar arasında “doğru bir duruş” seçmek genel olarak olanaksız.
Beklenmedik kapsamlı bir işgal
durumunda, amaç, hem cephe savaşının başlangıç aşamasında, hem de sonrasındaki
gerilla savaşında Rus ilerleyişini engellemek ve işgalci orduya azami kayıp
verdirmek olmalıdır. İşgal altındaki Ukrayna’nın yönetilemez olmasının iyi bir
şans olacağını düşünüyorum. Bu şekilde Ukrayna işgalinin ekonomik ve insani
maliyeti, nihayetinde, Putinci rejimin tümüyle çöküşünü beraberinde
getirebilir. Aksine, örneğin Çeçenya, Suriye ve Gürcistan işgalleri, insani
kayıplar ve ekonomik maliyetler açısından görece daha az maliyetli olduğundan,
Rusya’da hiçbir zaman bu kadar gündeme gelmemişti.
Ve hemen şimdi burada gündeme
getirilmesi gereken birkaç talep var. Örneğin, Almanya ve muhtemelen Finlandiya
da şu an fiilen Ukrayna’nın silah sahibi olmasını engelliyor. AB
vatandaşlarının Ukrayna için savaşa gitmeye pek de hevesli olmaması ve Ukrayna
hükümetinin Rusya’nınkine denk bir ordu oluşturacak maddi kaynağa sahip olmaması
da şaşırtıcı değil. Ancak Ukrayna hükümetinin karşılayabileceği en küçük (silah)
satışları(nı)n bile engellenmesi Kremlin’in elini güçlendirmekten başka bir şey
değildir. Rusya’daki antiotoriterler Kremlin’in saldırgan tutumuna ve Avrupa
Birliği’ndeki antiotoriterler de Ukrayna’nın öz-savunmasını sabote etme
girişimlerine karşı çıkmalıdırlar.
*) Bakunin’in buna benzer ancak
daha az alıntılanan bir sözü vardır.
**) Quisling: Norveç’i işgal eden
Nazilerle işbirliği yaparak başbakanlığı üstlenen Norveçli eski komutan.
Kaynak: https://avtonom.org/en/author_columns/why-should-we-support-ukraine
Yorumlar